25 Aralık 2012 Salı

En Güzel Doğum Günüm


Doğum günüm falan değil ama birden aklıma geldi. Ergenlik çağımdan kalma bir şey, doğum günlerini sevmezdim. Zaten pek sosyal biri de sayılmazdım. Yıllardan "selsi şu an 27 yaşında olduğuna göre 17 yaşına girdiğinde yıl kaçtır"dı. Ben de ne olacağından habersiz sıradan bir lise 2 öğrencisi olarak okula gitmiştim. Şu anki lise öğrencileri bir "Gossip Girl" havasında okula gidiyor olabilir ama o yıllarda süveterimizi, diz çorabımızı ve inanılmaz tipsiz okul ceketimizi giyer, tahta sıralar kıçımıza bata bata otururduk. Kasım soğuğuydu. Gün her zamanki gibi gereksiz başlamıştı. Lise yıllarında benim gibi asosyal biriyseniz çoğu gününüz gereksiz geçer zaten.


Lise 2. sınıfa geçtiğimde kendime birden yeni arkadaşlar edinmiştim. Kendi sınıfımdaki arkadaşlarımla 5 sene geçirdikten sonra konuşup samimi olmaya değmez karakterler olduklarına karar vermiştim. Selam verdiklerinde bile almaz, pek konuşmaz, mütemadiyen sıramda konuşlanırdım. İşte o ergenliğin dibine vurduğumuz yıllarda Nurcan'la tanıştım. Nasıl olmuştu bilmem bizimkiler servisimi değiştirmişlerdi. Tanımadığım insanlarla yolculuk edecek olmak beni biraz rahatsız etmişse de fazla önemsememiştim. Dediğim gibi çevremle pek iletişime geçmezdim. Nurcan, yeni servisimdekilerden biriydi. Çok pozitif, güler yüzlü, biraz da safça biriydi. Onda bir artniyet sezmedim. Sanırım bu yüzden hemen arkadaş olduk. İş Nurcan'la bitmemişti. Nurcan başkalarıyla da tanıştırdı beni. Çok samimi olduğu Güldem, sonra Kamer, sonra Ceylan, sonra da Nurcan'ın kardeşiyle tanıştım. Hepsini de sevdim. Hatta çok sevdim. O güne kadar gerek sınıfımda gerek başka yerlerde iğrenç ergenlerle muhattap olduğumdan ve bu ergenlerden biri olduğum için arkadaş namına kimseyi sevmemiştim. Bir arkadaşı çok sevmeye açtım. Bu arkadaş grubu tam da ihtiyacım olan şeydi. Başkalarıyla da tanıştım, birkaç çocuk, birkaç kız. Hepsi de iyi insanlardı. Onlar başka yazıların konusu.

Zaman içinde enteresan şeyler yapıp (Bunlar da ayrıyeten yazılabilecek kadar saçma, komik, güzel şeyler.) kendimizce sohbetler ederek oldukça samimi bir arkadaş grubu olduk. Her teneffüste hiç haz etmediğim sınıf arkadaşlarımdan kaçarcasına uzaklaşır, bu yeni edindiğim dostlarıma sığınırdım. Doğum günümde de berbat sıkıcı derslerden birinde iyice bunaldıktan sonra kendimi koridora attım. Kapıdan çıkar çıkmaz kızların hepsini tam tekmil karşımda buldum. Ellerinde buruşuk paketlenmiş bir şey, yüzlerinde o beni her zaman rahatlatan ve kendimi çok iyi biriymişim gibi hissettiren gülümsemeleriyle. Hep bir ağızdan "Doğum günün kutlu olsun!" dediler. Çok sevinmiştim. Biraz sıksanız belki ağlardım da. Hepsi teker teker sarıldı. Sonra ellerindeki yamuk yumuk paketi verdiler. İçinde sarı, tüylü bir peluş ördek çıktı. "Hadi ona bir isim koy." dediler. İsim koydum ama şu an hatırlamıyorum. Sonra biraz gülüşüp dağıldık.

Tüm gün sıkıcı derslere gire çıka geçti. Servise binip eve döndüm. Yemeğimi yedim, biraz ders çalıştım. (Biraz tabi, hiçbir zaman çok ders çalışmadım.) O yıllarda günü gününe yazardım. Gün içinde yaşadıklarımı yazdım. Gecenin körü olmuştu. Odamda bir şeyler çiziktiriyordum içeri annem girdi.

"Salondaki vazonun kenarı kırılmış, bir gelip baksana."

Cümleyi duyunca üç buçuk atmaya başladım. Annemi altın varaklı, Osmanlı işi, kıymetli vazosunun kenarı çatlamış. "Yanlışlıkla ben mi kırdım acaba?". Ağır adımlarla annemin peşisıra salona doğru yollandım. Koridor sanki kilometrelerce uzundu. Her adımda kafamda çeviriyordum. "Ulan, ne ara kırdık vazoyu."

Annem önden salonun kapısını açtı ve arkasından ben girdim.

Tadaaa!

Bir anda suratıma flaş patladı. Benim kankalar hepsi tam takım salonda ellerinde maytaplar masanın arkasından fırladı.

"Mutlu yıllar!"

O andaki şaşkınlığım tarif edilemez. Belki gösterirdim ama ağzım o kadar açık ki o fotoğrafta biraz dikkatli bakılırsa bağırsaklarıma kadar görülebilir. Ağzıma iki fil, üç gergedan, bir su aygırı sığabilir. O derece.


Önlerinde bir sürü pasta börek kaplı şahane bir masa vardı. Hepsine sarıldım ve bir ağlama krizine girmeden kendimi sıktım. Hayatımın boktan geçen 16 doğum gününden sonra böylesine güzelini yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi.

Geç saate kadar kudurduk durduk salonda. Halay çektik, iğrenç espriler yaptık, yırtına yırtına güldük, abuk subuk fotoğraflar çekildik. O kadar güzeldi ki hala hatırladıkça bir garip oluyorum. Sevgiyi, dostluğu bu kadar güzel hissetmek, Allah'ın bana verdiği en güzel doğum günü hediyesiydi.

Şimdi dostlarımın her biri ülkenin bir köşesinde, çok az görüşüyoruz ama bizim dostluğumuz ayraç konulmuş bir kitap gibi her açtığımda kaldığım yerde buluyorum. Anılarımızın hepsi birbirinden değerli.

Dostlarım, sizi çok seviyorum...

8 yorum:

  1. Halay çekmek... Tabii... Bir doğum gününün vazgeçilmezidir XD Halay ne be kızım? asandahsj

    p.s: Bu arada baya bir ergenmişsin sen ha.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok daha salakça şeyler yaptık ama yazmaya utandım. O derece. :P Ama güzeldi be! :)

      p.s tabi kızım daha bu ergenliğimin sonu sen bir de başlarını bilsen. Hafızamdan bile sildim o kısımları.

      Sil
  2. Bu arada ördeğe "Vakkuş" adını koymuşum. Kardeşim hatırladı. Bu kadar iğrenç bir ismi hatırlamamama şaşmamalı.

    Ergenlik sucks!

    YanıtlaSil
  3. okurken ağlıycaktım lan! :-)

    Montaigne'in "Denemeler"inde dostlukla ilgili bir bölüm vardı, onu okurken aldığım duyguyu aldım yazından da...

    10 yıl gecikmeyle o "doğum günü"nü kutlayayım elim değmişken :-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. vouww şımardım hocam, mübalağa ediyorsunuz :D

      Beğendiyseniz ne mutlu bana ve teşekkürler :)

      Sil

  4. Ne kadar güzel dostluguna ayraç konulmuş bir kitap misali her açtıgında kaldıgın yerde bulabilmek....O anılar gerçekten çok degerli...

    Teşekkür ederim harika yazmışın ellerine sağlık:)

    YanıtlaSil
  5. "Ayraç konulmuş bir kitap gibi." Her zaman özendiğim şeydir. :)

    YanıtlaSil