15 Eylül 2013 Pazar

Phuket Adası'na Gidelim!


Böyle bir tümce kurduk aynen. Uzakdoğu'ya ve Uzakdoğulu'lara olan ilgim malum. Daha önce de Güney Kore'ye uçarak gezilerimin ilk ayağını başlatmıştım. Aslında genel olarak "dünyayı gezeyim takıntım" varsa da bu sefer farklı bir yöne gitmeyi düşünürken yine kendimi çekiklerin arasında buldum.


Phuket Tayland'a bağlı bence küçük ama Tayland'lılara göre oldukça büyük bir ada. Küçük dediysem de kayalık tadında bir ada canlanmasın hafızanızda. Yunan Adaları'na göre devasa sayılır. Ada anakaraya köprü gibi bir şeyle bağlı ve oldukça yakın. Köprüden geçmişliğim yok. Adaya Singapur'dan yaptığım bir ara uçuşla ulaştım. İstanbul'dan Singapur'a direk uçuşlar bulunmakta. Ben Singapur Havayolları'yla gittim ve ara uçuşumu da aynı şirketin yan ürünü bir havayoluyla yaptım. Singapore Airlines güzel ve 5 yıldızlı bir havayolu şirketi ama bana sorarsanız ille de THY. Türkiye'yi üçüncü dünya ülkesi gibi mi görüyorlar diye mi bilinmez uçağımız pek eskiydi. Büyüktü ama eskiydi. Onun dışında fena bir uçuş olmadı tabi. 9 saat sürdü. Yolcu profili Koreli, Japon gibi bol miktarda çekikten Türklerden. En sinir bozucuları üzülerek söylemeliyim ki Türkler ve Avrupalılar. Ne yazık ki uçak kültürü almamışız. Ha bir de sürekli "cıx cıx" sesleriyle dişlerini temizleyen bir ahjushi yan koltuğumda oturuyordu o da sinir bozucuydu hakkını yemeyeyim. Gıcık adam, universal gıcık oluyor ulusuna bakılmaz.
Uzun uçuşumuzdan sonra Changi Havaalanına indik ve aktarmamızı yaptık. Changi o kadar güzel bir havaalanı ki anlatamam. Daha doğrusu anlatırım da onu Singapur yazıma saklamak istiyorum. Türkiye'den kalktığımıza öğle saatleriydi ve vardığımızda yeni sabah oluyordu. Henüz uyku saatimiz gelmediğinde bir güzel jetlag olduk. Phuket'e SilkAir uçağıyla 1 saatlik uçuşla vardık. Phuket Havaalanı Türkiye'nin küçük şehirlerinde gördüğümüz dandik havaalanlarının bir kopyası gibi. Bir-iki hediyelik eşya mağazası, bir-iki kahve dükkanından oluşuyor. Her ulustan insan görebilirsiniz ama. En az Türkler gidiyor sanırım. Bütün gezilerimde sadece işçi çalıştığımız ülkelerde yoğunuz maalesef. Turist grupları olarak pek azız. Ne yazık ki gezemiyoruz.:(
Phuket'te bizi pek sevimli esmer çekik rehberimiz ve minivanıyla sempatik şoförümüz karşıladı. Phuket'e giderken havanın yağışlı olması ihtimali bizi pek korkutmuştu. Neyse ki hiç yağış yoktu ama hava gayet bulutluydu. Sonradan öğrendik ki zaten burası 12 ay bulutluymuş. Ekvatora yakın tropik ada ama gelin görün güneş açmıyor. Güneş açmıyor diye güneşte yanmayız sanmayın. 2 günde marsığa döndüm. Garip bir şekilde hava kapalı olsa da cayır cayır yanıyorsunuz. Olur da giderseniz şapkanızı, tişörtünüzü ve güneş kreminizi yanınızdan ayırmayın.
Sevgili kısa boylu esmer hanım rehberimiz ve gene esmer kısa şoförümüz Coni'yle yol aldık. Coni diyorum çünkü ismini söylemesine rağmen saniyesinde unuttum. Dediğim gibi o an jetlagi dibine kadar yaşıyordum. O anlarım hayal meyal şu an. Onlar bir şey diyordu ben başka şey o yüzden iletişim olayını o gün için zarif eşime bırakmayı uygun gördüm keza konuştukça batıyordum.
Bizi hemen otelimize götürmek yerine bir miktar gezdirmeyi teklif ettiler. Biz de yorgunluktan gebermemize rağmen günümüzün çarçur olmaması adına itiraz etmedik.
Rehberimiz bize ilk gün hazır hava da güzelken Elephant Trekking yapmamızı ve adanın meşhur tapınağı Wat Chalong'u görmemizi tavsiye etti. Araya Big Buddha'yı da sıkıştırmaya çalıştıysam da oraya gitmek için çok dik yokuşların tırmanılması gerektiğini söyleyerek çenemi kapatmamı sağladılar. Big Buddha'yı sadece uzaktan gördüm. Sadece büyük bir Buddha'ymış zaten çok bir esprisi yok.




Yolumuzu ilk olarak fillere çevirdik. Fil dediğiniz şeyi bendeniz sadece hayvanat bahçesinde uzaktan uzağa görmüştüm. Fillerle haşır neşir olmak her ne kadar hayvanları sevimli bulsam da biraz acayip gelmedi değil. Bir kere hayvan yüksek, içten içe bir tırstım önce. Hani kafa üstü falan düşsem pek de hoş olmazdı. Genetik yükseklik korkumu da yanıma alıp cesaretimi topladım. Te nerelerden gelmişken file binmeden dönmek olmazdı. Beni oramdan buramdan tuttup file bir güzel bindirdiler. Tepe bir yerden filin üzerine biniyorsun, neyse ki oturak gibi bir şey var ona oturttuyorlar. Güvenlik önlemi olaraksa sadece kucağına düşen bir ip var. File zar zor oturdum. Bir sağa bir sola yata yata, toprak bir yoldan yol aldık. Filmizin sürücüsü olan esmer beyfendi çok folklorik bir insandı. Çatpat İngilizcesiyle bizimle yol alırken sohbet ettik. Birkaç kare fotoğrafımızı çekti. Başta tırsmış olsam da temiz havayla birlikte gevşedim. İnsan hayatında en az bir kere file binmeli. Değişik bir deneyim. Ama benim gibi terlikle gitmeyin. Keza fil dediğimiz kıllı bir hayvanmış dik dik kıllarının ayaklarınıza değmesi çok hoş olmuyor. Fil kakasına basma olasılığı da olduğu için dandik bir spor ayakkabı seçilmesi yerinde olabilir. Yavaş yavaş yürürken fil kardeşimiz ara sıra boşaltım işlemi için duruverebiliyor. Fil binicisi arkadaşımızın "hooo, heee, bırç, oheyyy" gibi sesleri eşliğinde bir süre yol aldık. Sonra kendisi aşağıya inip fili nidalarıyla yönlendirip bizi fil kardeşle başbaşa bıraktı. O dar patikada fil uçurum kenarına bastıkça ben üç buçuk atmadım değil ama dediğim gibi enteresandı. Denediğime değdi. Filden indiğimde çok mutluydum o kadarını diyim. :D


Filin üzerinde şahane manzarayı seyrederken iyi ki gelmişiz dedim. Uçak çarpmıştı, ayakta uyuyordum ama çok keyifliydi. Çok yazdım. Bu yüzden Wat Chalong'u sonraki yazıma saklıyorum. Bugünlük bu kadar. :)

3 yorum:

  1. Yine çok güzel yerler gezmişsiniz gibi :) (en azından benim de görmek istediğim yerler) Wat Chalong yazısını da okumuştum ikisi için olsun bu yorum kkk

    YanıtlaSil
  2. güzel olmasına güzeldi ama bitti şu an hüsranlardayım :(

    YanıtlaSil
  3. Oh!oh! Selsiciğimiz gene gezmelere mi gitmiş ^^ bu sefer ki çok egzantirik geldi bana ;)

    YanıtlaSil